Abdülhamid’in Galatasaray’ı dindarlaştırma projesi-Mustafa Armağan

Başbakan Erdoğan’ın bir demeciyle başlayan “dindar nesil yetiştirme” tartışması, aslında Abdülhamid’in de temel problemiydi.

 

Bilelim ki, bu ülkede Abdülhamid’i hâlâ sevmeyenlerin bir kısmını onun bu ‘tehlikeli’ projesinden hoşlanmayanlar oluşturmaktadır.

Sultan II. Abdülhamid Galatasaray’ı mı tutuyordu? Evet, Galatasaray’ı tutuyordu ama futbol kulübü olarak değil, Osmanlı Devleti’nin en kaliteli devlet okulu olan Galatasaray Sultanî’sini tutuyordu. Hem öylesine tutuyordu ki, onu ülkenin içinde yuvalanmış bir yarı misyoner okulu olmaktan kurtarıyor ve Osmanlılığın kalbinin attığı bir okul haline getirmek için elinden geleni ardına koymuyordu.

10 Şubat’ta vefatının 94. yıldönümünde rahmetle andığımız Abdülhamid Han’ın spora düşman olduğu söylenir. Külliyen yalan! Nereden mi biliyorum? Elimde sararmış bir fotoğraf. 1930’larda “Yedigün” dergisinde çıkmış. Alt yazısında Galatasaraylı sporcuların 40 yıl önce “Saray”ı ziyaret ettikleri yazılı. Fotoğrafa poz veren sporcuların göğüslerinde birer madalya parıldıyor oysa. Ne madalyası biliyor musunuz? Abdülhamid’in icad ettiği “Sanayi madalyası”. Dergi, Abdülhamid’in ismini anamıyor ama fotoğrafın dili kanıyor. Şöyle tercüme ediyoruz alt yazıyı: Galatasaraylı sporcular Abdülhamid’in huzuruna çıkıp gösteri yaptılar, o da başarılarını takdir sadedinde kendilerine birer madalya taktı. Göğüslerinde gururla taşıdıkları o.

Bunu neden anlattım? Şundan: Abdül-hamid’in elinin kolunun nerelere kadar uzandığı henüz tespit edilebilmiş değildir. Bir bakıyorsunuz Mevlânâ türbesine mevcut sanduka örtüsünü (puşide) göndermiş, bir de bakıyorsunuz ki, Galatasaray’ın göğsünde. Dahası, hayatlarında, hafızalarında…

Dindar bir nesil yetiştirmek için Abdülhamid devrinde eğitim sistemine “mubassırlık” diye bir kadro getirilmişti. Bugünkü deyimle, gözetmenlik. Görevleri, öğrencilerin davranışlarını denetlemek, onları kötü alışkanlıklardan korumak ve dinî ödevlerini yerine getirmelerine yardımcı olmak demeyelim de, bunları yapmaya zorlamaktı. Mesela namaz vakitlerinde öğrencileri topluca şadırvana götürürler, abdest aldırıp mescide sokarlar ve namazlarını vaktinde cemaatle kılmalarını sağlarlardı.

Galatasaraylı jimnastikçiler talim sırasında.

Haydi Galatasaraylılar namaza!

Tabii Galatasaray Lisesi’nin de mubassırları vardı. Bir kısım öğrenciler hoşlanmasa da, onlar görevlerini sabırla yerine getirir, en azından ibadetin biçimsel kısmını yapmalarını, bunu bir alışkanlık haline getirmelerini sağlamaya çalışırlardı.

Peki bu zorlamaya neden gerek duymuştu devlet? Gençlerin manevî açıdan boş ve hedefsiz yetişmesinin ülkenin geleceğini tehdit ettiğini düşünüyordu da ondan. Özelikle Müslüman öğrencilerin, gayrimüslim öğrencilerin sahip oldukları kadar olsun dinî bilinçle yetişmelerini, devletin tabanını güvenle dayayacağı bir kitle oluşturmak bakımından önemli buluyordu.

Aslında Abdülhamid dönemi eğitim anlayışının temelinde de bu yatıyordu. Gayrimüslimler kendi özel okullarında hem dinî, hem etnik bilince sahip olarak yetişirken, zaten fakir ve geri bulunan Müslüman kitlenin gençleri malum aşağılık kompleksi yüzünden iyice eziliyor ve Tanzimat’ın getirdiği Avrupa hayranlığı ve taklitçiliği havasına kolayca kapılıyorlardı.

Bunun önüne geçebilmek ve ülkenin geleceğini kendisine dayandıracağı, kendi değerlerine sahip çıkan ama çağdaş bilgileri de edinmiş bilinçli bir gençliği yetiştirebilmek için çeşitli tedbirler alındı. Mesela Tanzimat’tan sonra Orman Mektebi açılmıştı ama 10 öğrenci mezun oluyorsa bunun 7-8’i gayrimüslimdi. Dersler Fransızca verildiği için Müslüman öğrenciler başarılı olamıyor, Fransızca bilerek yetişen Müslüman olmayanlar giderek bürokrasiye hakim oluyordu. Abdülhamid döneminde ders programları değiştirilecek ve dersler Türkçe yapılacak, öğretmenler de Müslümanlardan seçilince Müslüman öğrencilerin sayısı artacak ve mezunların dengesi tersine dönecekti, yani 7-8 Müslüman mezuna karşı 2-3 gayrimüslim mezun.

Galatasaray Lisesi öğrencileri ve hocaları…

Galatasaray’da fıkıhdersleri

Abdülhamid’in aynı operasyonu 1877’de, yani daha iktidara gelişinin ilk yılından itibaren Galatasaray Sultanisi’nde gerçekleştirildiğini biliyoruz. O zamanlar “Mekteb-i Şahane” dedikleri Galatasaray, Fransızların teklifi ve desteğiyle 1 Eylül 1868’de faaliyete geçmişti. Maksat, Said Paşa’nın dediği gibi hangi dinden olursa olsun bütün Osmanlı çocuklarının burada beraberce okuyup ortak bir Osmanlılık bilinci edinmeleriydi.

Fransız liseleri model alınmıştı Galata-saray’da. İlk müdürü ve yöneticileriyle öğretmenlerinin çoğu da Fransız’dı. Sözde Müslüman olan ve olmayan öğrenciler eşit olarak yararlanacaktı ama evdeki hesap çarşıya uymadı. Zira Fransızca, Fransız edebiyatı, Yunanca, Latince gibi dersler Müslüman öğrencileri fazlasıyla zorluyor ve başarılı olamıyorlardı. Tarih ve Türkçe dışında bu okulun bir Müslüman ülkede okutulduğuna dair alamet yoktu. 1869’da Arapça ve Farsça eklenmişti gerçi ama Prof. Bayram Kodaman’ın deyişiyle okul “Türk ve Müslümanlardan ziyade gayrimüslim unsurların işine yaramıştı.” Zira okul, Fransız kültürüne hayran bir Müslüman öğrenci zümresinin yetişmesini sağlarken, Bulgar, Rum ve Ermeni çocukları için de tam tersine, millî duyguların aşılandığı bir ocak olmuştu.

Bu böyle devam edemezdi. İlk adım olarak Ali Suavi’nin 1877’deki müdürlüğüyle birlikte okulun Müslüman müdürleriyle tanışırız. Suavi’nin verdiği rapora göre, aynı yıl okulda 162 Müslüman öğrenciye karşılık, 377 gayrimüslim öğrenci bulunmaktadır. Üstelik çoğu da kurallara aykırı olarak parasız okumaktadır. Hatta Rus, Fransız, İtalyan, İngiliz, Yunanlı öğrenci bile vardır! Hatta Bulgar öğrencilerin burada ayrılıkçı fikirleri edindikten sonra Rus ordusuna katıldıkları biliniyordu.

Bunun üzerine hemen 60 Müslüman öğrenci alınır okula. Ve bu sayı yıllar içinde giderek artar. O zamana kadar bedava okuyan gayrimüslim öğrencilerden para talep edilince okulu terk ederler. Devlet, kendi eliyle asi yetiştirmemelidir. Ancak sadık bölgelerden gelen öğrencilere dokunulmaz. Ders programları değiştirilir. Arapça, Farsça, belagat, İslamî ilimler (fıkıh dahil), İslam tarihi ve “ilm-i ahlak” dersleri müfredata eklenir.

Böylece 1869’da 277 Müslüman öğrenciye karşılık 345 gayrimüslim öğrenci varken, 1901’de bu oran tersine döner ve 724 Müslüman öğrenciye karşılık 221 gayrimüslim öğrenci Mekteb-i Şahane sıralarını doldurur.

Ülkenin gözbebeği kurumlarından Galatasaray Lisesi’nin “İslamlaştırılması”, Abdülhamid dönemindeki dindar bir nesil yetiştirme projesinin sayfalarından yalnızca biridir. 1882 tarihli bir belgede görüleceği gibi ders programlarındaki bu değişikliklerle İslam medeniyetinin ilerlemeye engel değil, belki en çok müsait olduğu inancını öğrencilerin hafızasına nakşedilmesiydi amaç. Anlayın işte, aşağılık kompleksini yenmiş bir nesil yetişsin istiyordu.

Barbaros Hayrettin Paşa ve Deportivo La Coruna

İspanyol futbol takımı Deportivo La Coruna takımının “Türkler” lakabı almasının ve taraftarlarının maçlara Türk Bayraklarıyla katılmalarının sebebinin Barbaros Hayreddin Paşa‘ya uzandığını biliyor muydunuz? Adı bütün Avrupa’da destanlaşmış olan Barboros Hayreddin Paşa Akdeniz’e hükmettiği sıralarda, Akdeniz’de kendisine en büyük rakip olarak İspanya, İtalya, Avusturya, Almanya ve Hollanda tahtlarına da sahip dünyanın en büyük hristiyan devleti İspanya İmparatorluğu’yla büyük savaşlar yapmakta ve yeryüzünde kan akıtan bu imparatorluğu leventleriyle sarsmaktaydı. Öyle ki, İspanyollar şımarık çocuklarını “Sus yoksa Barbaroşa gelip seni yer” diyerek korkutmaktaydı. İşte bu mücadeleler esnasında İspanya’nın yiğitliği ile ünlü Galicia bölgesinin delikanlıları Hayreddin Paşa ve Türkler’le çeşitli konularda işbirliğine girmişler. Bu işbirliğini içlerine sindiremeyen komşu kent Vigo Halkı ise ihanet saydıkları bu durum karşısında La Coruna’lılara “Türkler” adını takmışlar. Buna karşılık, La Coruna Halkı da Celta Vigo‘lulara Portekizliler’e yakınlıkları sebebiyle “Portekizliler” adını vermişler.
İki komşu şehir arasında yüzyıllardan beri süregelen bu rekabet günümüzde ise özellikle futbolda kendini göstermektedir. Celta Vigo’lular, Deportivo’lulara Türkler’le yaptıkları işbirliği nedeniyle; Deportivo’lular da Celta Vigo’lulara Portekiz’lilere yakınlıkları nedeniyle, “Hain” yakıştırması yapmaya ve rakiplerince takılmış bu adları birbirlerinin inadına zevkle sahiplenmeye devam etmektedirler.
Celta’lı futbolseverler derbi maçlarda “Türkler dışarı” diye tezahürat yaparken, Deportivo’lular da “En büyük Türkiye” diyerek takımlarını desteklemektedirler. Vigo şehrinin takımı Celta’da çok sayıda Portekiz taraftar derneği kurulmasına karşılık La Coruna takımı Deportivo’da da ateşli Türk dernekleri kurulmuş. İşte bu sebeple Deportivo La Coruna’nın her oynadığı maçta sahaya asılmış çok sayıda Türk bayrağı görebilirsiniz. Ayrıca ülkede düzenlenen uluslararası fuar, kongre ve spor müsabakalarında Türk Bayrakları’nın Deportivolular tarafından aşırıldığına da şahit olabilirsiniz.

KAYNAK:http://romanistabukowski.blogspot.com/2009/03/barbaros-hayrettin-pasa-ve-deportivo-la.html

Tarih Dergilerinde Bu Ay (Mayıs 2012)

YEDİKITA DERGİSİ
-Tarih mi, Masal mı?
Bir asırdan beri milletimize çeşitli masallar, efsaneler, hikâyeler, romanlar ve mühendislik eseri kurgular maalesef tarih diye okutturulmaktadır. Altı buçuk asırlık bir tarih, masallardan ibaret gibi gösterilmiş, hâlen de kısmen gösterilmeye devam edilmekte…
-Sultan Abdülaziz’in İntikamını Alan Subay
Padişahı tahttan indiren darbecilerin lideri Hüseyin Avni Paşa, padişahın kayınbiraderi Çerkes Hasan’ın İstanbul’da kalmasını tehlikeli görmüş ve sahip olduğu Seraskerlik makamının yetkilerini de kullanarak Çerkes Hasan’ı Bağdat’a tayin ettirmiştir.
-Bir Balkan Hikâyesi
“Haiz olduğum hilafet-i kübrâ münasebetiyle, hepinizin de pederi bulunduğum, rahat ve huzurunuza herhangi bir zarar ve noksanlık gelmemesi için uykumu, rahatımı ve nefsime hoş gelen şeylerin tamamını terk ettiğim teslim olunan hakikatlerdendir.”
-Yemen’in Alim Sultanları Resûlîler
Bir zamanlar Yemen, deniz ticaretinden elde edilen vergiler sayesinde refah ve kültür seviyesi yüksek, âlimler tarafından yönetilen bir ülkeydi. Yemen bu parlak devrini, 1228-1454 yılları arasında, Resûlîler zamanında yaşamıştır… 
“Mamur Manastır”dan Mahzun Manastır’a
Osmanlı’nın göz bebeği şehirleri bağrında taşıyan Rumeli topraklarında, Makedonya’nın Manastır şehrindeyiz… Manastır, fetihten sonra çok gelişmiş ve bir ara Rumeli Eyaleti’nin merkezi olmuştu.
-Hac Yolunda Namaz
Her hususta duayı ve sırtını Mevla’ya dayamayı ihmal etmeyen sultanın hatlarından biri şu manidar ifadelerle biter: “Hudâ yardımcıdır ehl-i hüdaya, sizi ısmarladım hıfz-ı Hudâ’ya”
-Elektrikle Aydınlanan İlk Şehir TARSUS
Günümüzde Mersin’e bağlı bir ilçe olmasına rağmen birçok ilimizden daha büyük bir şehir olan Tarsus, barındırdığı tarihî değerlerin yanında şehircilik alanında birçok uygulamanın ilk olarak hayata geçirildiği yer olmuştur. 
-İnsanoğlunun Sadık Hizmetkarları Atlar
At, atgiller familyasına dâhil otçul bir memeli hayvandır. Evcilleri olduğu gibi, günümüzde Amerika bozkırlarında ve Altay Dağları yamaçlarında sürüler halinde yaşayan yabanileri de mevcuttur.
-Osmanlı’nın Düğün Sandığı: Sûrnameler
Düğün ve şenlikler başlamadan aylar önce hazırlıklara başlanır, düğün mekânı tespit edilir, düğün için gerekli işlerin yapılması, davetlilerin ağırlanması, yemekler, oyunlar, gösteriler, hediyeler, nahıllar, ateş işleri ve diğer masraflar için binlerce altın harcanırdı.
DERİN TARİH
-Menderes’in Son Mesajı:”Halkımız İnsan Olduğunu Bizimle Hatırladı”
-Titanik’te Osmanlı İzleri
-Abdülhamid’in İngiliz Şeyhülislamı
-Fatih’e Kafa Tutan Bilgin: Molla Gürani
NTV TARİH
Kapak Konusu: Leyla ile Mecnun- Doğu’nun Büyük Aşkı
ve Fuzuli’nin ilk kez günışığına çıkan 500 yıllık elyazması
Dergi Hediyeleri
Yedikıta Dergisi:Müthiş bir İstanbul Kuşatma Haritası hediye ediyor.
NTV Tarih:Roman Havası – Stüdyo yüzü görmemiş müzisyenlerden, yerinde kaydedilmiş otantik şarkılar
Derin Tarih:Geçmişin Büyüsü adlı çocuk tarih dergisi.